23 Aralık 2013 Pazartesi

Araf

Dünyayı döndüreni değil de yeniden durduranı arıyorum.
Döndükçe çünkü, ırmaklar hızlıca koşuyor denizlere.
Bitmek ister gibi, kavuşmak ister gibi.
Ve sonra gün geceye kavuşuyor,
Bahar yaza.
Ben kavuşmak istemiyorum sıradakine.
Yok olmak demek bu hiç bilmediğim bir yerde.
Bitmek gibi.
Huzurlu, karanlık ve güzel
Ama yalnızca tek başıma kalırsam kaybolabilirim.
Kaybolmayı severim.
Tek başıma kaldığımda soru işaretleri ağırlığını alır omuzlarımdan.
Böylece zaman durduğunda içinden istediğim yöne rahatça koşabilirim.
"Her bitiş bir başlangıç" diyor;
Her başlangıç da bitişi arkasında gizliyor ve usulca sokuluyor koynuna,
Başlangıçlar bitişleri arzuluyor.
Biraz ölüm gibi, biraz aşk gibi...
Belki diyorum dünyayı durdurursak
Irmak denize, gün geceye, bahar yaza kavuşmamışken,
Başlangıçlar bitişlere varmamışken,
O arada buluşuruz bir yerde, araf gibi.

Published with Blogger-droid v2.0.10

11 Aralık 2013 Çarşamba

Çürü

Tarihin tekerrür ettiğini hatırlattığı günlerden birinde
Gözüm üzerinde değil ama hayaller üzerine
Gökkuşağından uzak kalmış renkleriyle
Benimkiler bugün böyle...

Tabutsuz bir cesetmişsin artık, sardığım beyaz bir kefene.
Yatırdım seni toprağa, tırnaklarımla açtığım derin çukura.
Uzun sürdü ama yerindesin şimdi korkma.

Ben de uzandım üstüne,
Bir ben daha belirdi beyaz elbisesiyle.
Ellerinde topraklar vardı, döktü üzerimize.

Beyaz artık benden çok uzak bir yerde
Belki bir yansıma varlığını unutturmayan ama ben olmayan
Yok denilemeyecek ama aslında kaybolan..

Çayın içinde eriyen şeker gibi eridi içimde.
Yuttum onu rengim oldu; füme.
Ve ben gömüldüm seninle.

Toprağın kokusundan başka koku alamam artık,
Uzanıp elini tutamam
Ya da kalkıp koşamam.

Zaman durmadı bak geçiyor vapur,
Esiyor rüzgar, vuruyor dalgalar,
Koşuyor çocuklar, seviyor insanlar...

Bunlar olurken bir yerlede,
Biz çürüyeceğiz birlikte.


26 Kasım 2013 Salı

Oyuk

Bir oyuk,
Oyuğun dışında bir beden var.
Bir oyuk,
Göğüs kafesinde, tam kalbin durması gereken yerde.
Oyuk ama atıyor, nasıl deme.
Hayal mi, gerçek mi bu dünya daha ikna olmamışken hele.
Alışılıyor her şeye,
Yavaş ve soğuk ama alışılıyor.
Her şeye rağmen atıyor, bulanmışken kana ve ete.
Çatlak damarları kan sızdırıyor, o yine de sevmek istiyor.
Nar gibi açılmış tane tane,
Yetebilmek için herkese.
Ama saçılmış yerlere,
Dağılmış ve yenmeden atılmış.
Üstüne basıp geç sen de, özgürce.

Published with Blogger-droid v2.0.10

17 Kasım 2013 Pazar

1

Sevgili bencil genlerimiz devreye girip bir şeylerin kurbanı gibi davranmadan önce, verdiğin zararlara da bakmalı. Aksi durumda kendine kör bakar, yalnız da kalamaz, arzularına sarılır ağlarsın. İnsan pek çok şey gibi ümidi de kendi kendine verir, inandıkça. Ve kör bakan çabuk inanır.

18 Ekim 2013 Cuma

Halüsinasyon

Yine iki kelime arasından sarkarken bir satır aşağıya, uyumak değil sızmak huzursuzluğun sunduğu.
Kara ellerim, kara kalemim, kara bir girdaba sürükleyip çekmek istiyor beni suyun altına.
Kapılan ellerim, ayaklarım, bedenim…
“Kaybolmak güzel mi?” dedi.
Kaybolmak hep güzeldi.
-Yağmurun sesi suda...-
Tanımadığından değil, her yer aynı olduğundan da kaybolabiliyorsun ya...
“Ne diliyorsun?” dedi bana.
Ben bazı günler soruları sevmiyorum, bazı günler konuşmayı ve bazı günler hiç birinizi sevmiyorum.
“Tahammül ne çirkin bir kelime değil mi?” diyor...
Sen gölgesi olmayan, hayali olmayan bir ses, hiç durmayan ve hiç susmayan
Kafamın içinde ağlayan ve sürekli dağlayan bir hiç, biliyormuşsun gibi sorma.
Ben gerçekten en çok iki kelime arasında kayboluyorum.
Bir birine temas ettiklerinde oluşan dalgaların girdabında...
O zamanlarda biraz inanıyorum, neye olduğu önemli değil.
Biraz umut ederken buluyorum kendimi
Kafam düşmüş kağıdın üzerine, yüzüm gülerken nefes alabiliyorum.
Çünkü raflara dizemediğim pek çok kelime var, uçuşuyorlar dudaklarımın etrafında
Ben istediğimde onlarla seni yaralıyorum.
Seni yaraladığımda en çok kendimi acıtıyorum ve nefes alamıyorum.  
Bu ikisi arasında koşarken zaman tutamıyorum.
Orada bir yere ait olamıyorum.

16 Ekim 2013 Çarşamba

Gökyüzüne Bak

Travma sonrası stres çocuklarıyız, gereğinden fazla teknolojiye maruz bırakılıp, doğadan koparılan. Farklı olmaktan korkan, yasak meyveyi tatmaya iznimiz olmadığından. Toprağın kokusuna yabancı burunlarımızla yuvalarımızı bulamayız, yerimiz de yok ya ondan. Kutup yıldızına bakıp yönümüzü aramayız, haberimiz bile yok varlığından. Çünkü şehirlerin fişlerini çekip de kaçamayız. Zaman kısa, yarış uzun, gökyüzüne bakamayız.

Published with Blogger-droid v2.0.10

13 Ekim 2013 Pazar

Bardak

Elimden düşen bardağı izlemek gibi, sadece daha yavaş ilerliyor yelkovan. Düşüren de benim kırılan da yorulduğum zamanların hatırını kırmadan. Parçalanıyor, parçalandıkça keskinleşiyor, artık bir bardak olmuyor, yalnızca tutanı kesen onlarca taneye bölünüyor. Bir enkaz oluyor geriye kalan, temizlemeye üşenen gözlerin önünde uzanan. Kırılmak sadece zaman çalıyor, yok etmiyor da dönüştürüyor. Başkalaşmak iyi gelebiliyor, varsa yalanlarına kanan. Ve mutlu olabiliyor, dönüştüğü şeye inanan.

1 Ekim 2013 Salı

Sırça Köşk

Anlam yüklenmiş binaların kapıları gibi ağır kapıların, açılırken yavaş, isteksiz ve geri sımsıkı kapanmak zorunda. Gardiyanlar bile var hatta ve farkında olmadan yanına kilitlemişsin bir kere içeri girebilen olduysa. İstesen de istemesen de artık onlar hep orada ve sırça köşkünün içinde hapisken bile dokunabiliyorlar hayat damarlarına. Kaçtığını sanarken sen, hepsini mahkum etmişsin sana ve aslında mahkum olmuşsun varlıklarına. Her zaman, kilitli kapıların ardında kuru kalabalıktan fazlası yoktur bana kalırsa.

24 Eylül 2013 Salı

"Ruh Temas"ı

Ruhunu bir başka ruha yaslamak, bir bedene yaslanmaktan daha zordur. Ve bu durumda bir şarkının hayat kurtardığı olmuştur.  Bazen aynı kelimeleri kullanırken bile aynı şeyleri ifade edememek yormuştur. Ve hiç tanışmadığın kalemlerin kelamları yorgunluğuna ortak olmuştur. Hep anlatmaya çalışırken anlaşılmamak, dinlenmemek, duyulmamak yalnızlığı zora koşmuştur. Yoksa kendinle başbaşa kalmanın zevkini veremeyen bir çok "bir arada"lı durum söz konusu olmuştur. Bu yüzden biz seninle pek çok kez konuşmuşuzdur; sen bilmezsin.. Duymuştan çok,  görmüşten hallice anlarsın sancıyı, uykuyu, uyanıklığı ve ikisinin arasında gidip gelirken ki zamansızlığı.. Anlamsızlığımızı anlamlandıran cümlelerin nefes aldırırken yalnızca senin gibi olmak isterim, birilerine nefes aldırmak... Ve bir aynaya bakar gibi aslında,  aynaya baktığımda gördüğümü sever gibi,  karşılığını bir yansımadan beklediğim kadarıyla severim seni.

17 Eylül 2013 Salı

Yaşasak?

Elinde olmayan saatler duvarda, dolanıyor peşpeşe akrep yelkovanla. Onların aşk yapışı diğer aşklara benzemiyor, yorulurken beynin, ruhun daralıyor, bedenin habersiz eskiyip soluyor, güneşe maruz kalmış renkler gibi cansızlaşıyor, yavaş yavaş ölüyor. Bir tek çare aklına geliyor: yaşamak. . Bitiş çizgisine koşar gibi yaşamak, hevesle. Çünkü koşar gibi süratle geçecek zaman, istesen de istemesen de. Ve isimlere, resimlere takılıp kalacak değilim manzarayı yaşarken bu kapsülün içinde. Bir gün sıcağı isterken, soğuğu sevmeme de izin verilmeyecekse.. Düşmekle uçmak arasındayken süper kahraman olduğumu hayal etmek bir oyundan çok daha fazlası ise.. Değişmeden durabilen insanlardan örülü duvarların arkasını görebilen gözlerimle, değişe değişe ve direne direne özgürleşecek ruhum bedenimle birlikte..

Published with Blogger-droid v2.0.10

29 Ağustos 2013 Perşembe

Bil

Bir zamanlar bendeki her şey kolay gözükürken sana, pamuk döşeklerde uyuyan prenses değildim aslında. Karanlığa perde çeken ellerimden ışık saçıp gözlerine, seni karanlığa kör etmek istiyordum yalnızca. Meşalem umuttu, neşe değil. Mutluluk araçtı inancıma, sonuç değil.Kanatlarım varmış gibi uçmak istiyordum sonra, yalnız senin gökyüzünde parlamak ve yeryüzündeki siyahlığa inat her yeri beyaza boyamak...Ne ironik bir gölgenin bu savaşı vermesi ama, ne acıdır siluetinin bile görünmemesi, hem de tek gerçekken muhtemelen ufkunda. Ne vahim her ağzını açışının bir ok atışıyla bitmesi, hem de dilinden çıkıp tam on ikiden kalbimi yarışıyla. İnzivaya çekilmek her saldırıdan sonra ve bir hayvan gibi başlamak yaralarını yalamaya, şifa olabilmek için kendi ruhuna.Ve eski dost belki bir gün anlarsan tüm benliğinden sıyrılarak kelimelerimin saflığıyla, bil, en zoru da kalabalıkken yalnız olmaktı koynunda.

25 Ağustos 2013 Pazar

Gece

Kulakları sağır eden sessizlikler falan filan..
Kalbinin göğüs kafesini aştığı,
Alıp başını koşar gibi sanki, boş koridorlarda yankılandığı
Dakikalar,
Sabahların hesabını sorar; tik tak tik tak
Şişenin içindeki kırmızı, dudakları yaladı.
Gece işte alt tarafı, uyku tutmayanların alışkanlığı.
O tutmuyorsa sen tutup kulağından
Ban bir kaç acıya
Meze yap, gitmesin boşa
Bir sonraki akşam gecenin kapısını çalınca
Dönecek her şey başa.

16 Ağustos 2013 Cuma

Kanlı Küre

İşler pek yolunda gitmedi.
Belki de ben yolunda gitmedim, gidemedim.
İzninizle kafamın içine dönebilir miyim?
Görüntüler ve sesler birbirlerine eşlik etmedi, edemedi.

Saf uyumsuzluk.
Başımı döndürüyor bu kaos,
Midemi bulandırıyor içindeki organizmalar,
Özellikle iki ayaklı olanlar.

Tiksindiğin bir yere ev diyememek nereden baksan normal.
Her yerine kan bulaşmış bir kürede hapsolmuşken huzur bulabilir mi insanlar?
Çizildi sınırlar, örüldü duvarlar, katledildi duygular
Ve teker teker kalplerinin attığını unuttular.

Ruhlar açken, nelerle tatmin oldu vücutlar?
Bir çocuğun gözlerini görmüşken ve en az bir kere çocuk olmuşken
Nasıl tutuldu silahlar, doğrultuldu namlular?
Bu kadar çabuk mu unutuldu merhametli kucaklar?
Ya da hiç olmadıklarından mıdır verilen tüm zararlar?

Ah, ne kadar benzer olduğumuzu anlatsalar..
Dinlesek,
Biraz görsek, biraz duysak...
Anlasak...
Artık durdursak dönmese dünya
Bu kadar kan akacaksa.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Yok

Her şeye alışıyor insan, bir kendine alışamıyor.
Yanlış kaynamış bir kemik gibi yerini yadırgıyor.
Yalnızca olması gerektiği gibi, duruyor.

Öylece duruyor...

Durmak istemiyor,
Ne yanlış anlamak, ne araya kaynamak
Belki biraz düşünmek,sevmek, yaşamak..
Hiç biri yoksa tek çare yok olmak

Tek çare yok olmak...

Biraz göğe, biraz toprağa karışmak
Damla damla yeryüzüne dokunmak
Anlam verip anlam bulmak
Köpürüp dalgalarla boğuşmak
Ve yeni güne yeniden doğmak

Yeniden doğmak...



19 Temmuz 2013 Cuma

Siyah


Kara notalardan örülmüş bir mağarada buluyorum huzuru,
Siyah

Rengarenk parlamak istiyorum, gözleri kamaştırmak
Ama işte ben
Siyah

Çürümeye terk edilmiş, dalından düşmüş meyveler gibi.
Duvarlarım soğuk, buz
Giderek küçülüyorum...

Dur diyen olmadıkça dünyaya karışıp tersine dönmek normal...

Aldığım nefes zehirliyor kanımı, pıhtılaşmış akmıyor.
Kan gitmiyor kalbime, atmıyor.
Heyecan mı? Yok, hatırlamıyor.
Durmuş çoktan, dönmüyor.

Bir koşturmaca yalnızca, o da ezbere
Soruların cevapları bile ezbere
"İyilik, senden?" diyor, umursayan olmadığından
Ve yine ters yöne koşuyor zaman, yetişeceğini sandığından.






*photo: Federico Bebber

14 Temmuz 2013 Pazar

Bir Park Var




Toprağın kokusu, yeşilin büyüsünü anlatıyor insanoğluna
Ve bir gün paranın yeşilini yeniyor yaprağın yeşili...

Bir park var, salıncaklarında çocuk ruhlar sallanıyor
Toprağın kokusuna bir tutam özgürlük karışıyor...

Aynı topraktan beslendiğini unutmuyor burada karınlar
Her öğünde karındaşlıklarını hatırlıyorlar.
Farklılıklarını vurgulayan isimlere aldırmadan nefes alıyorlar
Ve yanyanalar
Ne birbirinin altında, ne de arkasında
Halka halka sevgiyi yayıyorlar...

Kapıyorum gözlerimi,
Bu inancın kokusu...

Oyunu iyiler kazanırken çelme takacaktı tabi kötü oğlanlar
Duyuyorum seslerini...
Bu ıhlamur kokusu!?

Şimdi üstlerine doğru koşuyorlar,
Toprağı suyla korkutacaklarını sanıyorlar.
Görmüyorlar,
Bu hesabın sorgusu...

Kutsal bir duvar örüyor kadınlar
Ve dimdik duruyor adamlar
Sanki "her şey güzel olacak" diyor dudaklar
Biliyorum,
Bu sahiplenme duygusu...

Sonra karanfil kokusuyla doluyor sokaklar
Çok geçmeden zehirli dumanlara karışıyorlar
Ve kimyasal atık gibi ürüyor nefretle beslenmiş ruhlar,
Kana doymuyorlar.

Görüyorum,
Bu zalimin korkusu...

30 Haziran 2013 Pazar

Daha Az Yalnız



Uykuya dalıp huzuru bulmadan soluyorum dünyanın havasını.
Nereden geliyor bu ağırlık?
Çekiyor burnuna ruhumun yaşamsal tozlarını.
Değiyor tek tek acılarınız, hücrelerime işliyor ve yakıyor.
Gözlerimi kapamak yok saymak gibi ya hani,
Ondan direniyor, düşünüyor, yoruluyor...
O martı bu saatte penceremde ne yapıyor?
Acı çığlığı hanginizin imdadına çağırıyor beni?
Değiştirebilmeyi öyle çok isterdim ki
Martıyı besleyip ruhlarınızı dinlendirmeyi.

Ne kadar aynıyız halbuki bu kadar fark arasında.
Ne kadar yorgunuz kapıların arkasında.
Eğlenirken dünyanın karşısında, renk renk örtüleri sarıp hangi yaraları gizliyoruz?
Birbirimize bakıp neyi bekliyoruz?
Diyorum ki, bu gece birinize diz olsam ya da omuz.
Bu gece deniz feneriniz olsam, korkmasanız dalgalardan,
Liman olsam, fırtınadan kaçıp sığındığınız.
Bu gece ruhunuza dokunsam ve kulağınıza fısıldasam,
Artık daha az yalnız olsanız.

24 Haziran 2013 Pazartesi

Tren



Burayı hiç sevemedim galiba.
O yüzden gözlerim hep gökyüzünde, sırtım toprakta.
Ait olamadım gökle yer arasına, nefes alamadım.
Ve kalamadım bindiğiniz trenin tek vagonunda, lokomotife uyamadım.
Daha ziyade sallanan mendildim ben veda edenlerin ellerinde,
Ya da belki gözyaşı biriken gözlerinde.
Ve damlaları sayamadım.

Kaybolmaya alışıktım rüzgarda düdük sesinden sonra,
Uçup düştüm çamura, aldım rengini koynuma,
Bembeyaz kalamadım.
Ve aktım biriktiğim gözlerden aşağıya,
Kurudum tam dudak kıvrımında,
Düşüp toprağa ulaşamadım.
"Madım"lar ruhu yorarken, koşmadan da duramadım.
Ama erken durdu zaman, geç geldi tren,
Ve düştü "yorgun" zamanla tren arasına, beklerken.
Kendimi bırakıp kaçamadım.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Bulut




Küçükken okuduğum bir hikayedeki su damlası gibiyim bu sabah.
Hani günlerce sırasını beklemiş, boşa akmış sonra..
Sabır erdemdir de, bir yandan hayal ettirir insana.
Kırılmasın diye emek de verdirir ama daha da yüksekten düşürür aslında.
Belki de alındı da,
Düş düş diye diretince ayrıldı bin parçaya.
Bir emir fiiliyle aynı kökü paylaşmak doğasına tersti oysa.
Yine de düşlemesen olur muydun şimdi yürüdüğün yollarda,
Ya da seçim şansı tanıyabilir miydin kendine yol ayrımlarında.
Ki düşlemeden geldinse bu kavşağa, pek de yakın değilsindir şafağa.
Başkasının çizdiği yollarda ayaklarımın yere basmasındansa,
Uçarım düşlerimde, çizdiğim bulutlarda.

10 Haziran 2013 Pazartesi

Korsan



Kaybolmak istiyorum kendi çizdiğim denizlerin ufuk çizgisinde.
Gemisi de kaptanı da ben olduğum hikayeler anlatıyorum, yaz akşamları balkon masasında kendi kendime.
Soğuk bir duş alıyorum, sesler hala ellerimde, bir kapayıp bir açıyorum.
Bir var, bir yok, bir var, bir yok..
Sonra kulaklarımı tıkıyorum.
Yalnız benim gördüğüm limanlara gidiyorum gemimle.
Yanıma hiç erzak almıyorum, en kuytudaki kara parçalarını bulmak zorunda kalayım diye.
Şarkılar söylüyorum hiç susmayan şarkılar...
Ve uçabildiğim rüyalar görüyorum, saçlarımın uçları suya değerken uzandığım kumsalın üstünde.
Bakıyorum..
Pamuk tarlaları değil bunlar, bulutlar.
İçlerinde dans eden çocuklar.
Bu yağanlar yağmur değil, şekerden horozlar.
Koşup yakalayanlar da benden kopan umutlar.
Geçen yıllar, yürünen yollar ve önümde henüz bitmemiş bir yolculuk var.
Dalgalarla mücadele ederken öğrenirsin, savursa da bazen, rahatlatır rüzgarlar.
Ve ağlarsan durur tüm yağışlar, gözyaşları beni yıkar,
Ama temizleyemez, sadece yaralar.
Dizlerime yattı tüm karanlık rüyalar ve birlikte uyandı güvercinlerle akbabalar.
Artık yalnızca barış var.
Dinleniyor şimdi hücrelerimden oluşan ordular.
Gelmesin yanıma ne yeni bir nefes ne de eski bir bahar.
Burada bir tek beni serinletmeye yetecek kadar su var.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Etiket



Bize dayatılanlar etiketlerden, isimlerden, çerçevelerden ibaret. İçlerinden su gibi akıp, verimli topraklarını sürükleyemiyoruz vadilerimize. Yalnızca sabun gibi kalıp kalıp şekillerden oluşuyoruz, gitgide birbirimize benziyoruz ve değişmek için ya eriyor ya köpürüyoruz.

Değişmeyi bu sanınca onu da yasaklıyoruz kendimize. Çünkü diyoruz; "bir kareysen karesindir ve bir üçgensen üçgen ve bir daireysen keskin çizgilerin olamaz."


Ama unutuyoruz etiketlerin esiri olmak zorunda değil ruh, herhangi bir şekil değil ve özgür bu yüzden. Yeni tatlara, kokulara aç. Ne olamayacağını duymaya ihtiyacı yok, ne olduğunu tanımlamaya ihtiyacı olmadığı gibi. İstediğini seçer ve istemediğinden vazgeçer. Ama insan yalnızca bir yön seçer ve  "zafere giden her yol mübahtır" der.


Bunu biliyoruz, birbirimizi düşürmeyi hatta ezmeyi umursamadan hedefe kitlenip koşuyoruz. Sonra da "hayat bir maraton" diye hayıflanıyoruz. At gözlüklerimiz yüzünden önümüze çıkanlardan başka bir şey görmüyoruz. Ve yalnızlaşıyoruz, giderek daha da yalnızlaşıyoruz. Sonra bunu elbirliğiyle yaptığımızı fark etmeden korkmaya başlıyoruz. Hissetmekten korkuyoruz. Belki de artık yalnızca film izlerken ağlayabiliyoruz ve belki onu bile yapamıyoruz.


Aşk deyince kaçıyoruz, kalbimizi kapayıp bedenimizi açıyoruz. Bu kadar kalın örülmüş duvarlar arasından birbirimize ulaşamıyoruz. Ve yoruluyoruz, gün geçtikçe yoruluyoruz. Birbirimize sunacak bahçelerimiz yok artık ruhlarımızı dinlendirmek için. Her yer betonarme, bir de çarpık kentleşme. Ormanlarımız kalmamış nefes alabildiğimiz ya da okyanuslar berrak sularında serinlediğimiz. Ve dolunay yok yakamozları denizlerimize vursun diye günlerce beklediğimiz.


Sokak lambaları var ya da gökdelenlerdeki ışıltılar. Gözlerimizi kamaştıranlar değil artık yıldızlar. Bunlar yerine boncuklar, pırlantalar, komşununkinden daha büyük arabalar, daha akıllı telefonlar. Oysa gördüklerimizin ardında göremediğimiz kim bilir daha neler var. Gerçekten hiç mi merak etmez insanlar? Sorular sorulmaz mı bilinmese de doğrular? Bu zamanda ruhlar göremeseler de birbirlerini, hala bakmaya çalışıyorlar gibi. Çok geç kalınmadığını söylemek istiyorlar sanki.


Konuşan bir tilkinin, saygıdeğer bir "Küçük" e dediği gibi: "En iyi yüreği ile görebilir insan. Gözler göremez asıl görülmesi gerekeni."

24 Mayıs 2013 Cuma

Karanlık



Yadsıyamadığım bir karanlık var ait olduğum. Gözlerimin ışığı araması hep ondandır. Bedene atılmış kesikler gibi, sıyrık sıyrık etten duvarlarım. Gözlerimi sıyrıklarına yaslar etrafa bakarım. Sonra görmediğim yer kalmasın diye ruhumu salarım. Renkli - renksiz dünyalar çeşit çeşit, hemen ayak ucumda, hatta yanıbaşımda. İçlerindeki enerji kaynağını bulmak için dalarım. Bilinmez onları parlatmak için midir yoksa karanlığımdan kurtulmak için midir bu arayışım. Her halukarda niyetimde var gibi esaretten kaçışım. Çünkü bedenler diyarında hapsolmuşluk hissi gözlerimin ardında duyumsadığım ve ışığı gördüğümde şıngırtıları duyulur sanki cıkış kapısını açan anahtarların. Arıların çiçekten çiçeğe uçarak beslenmesi gibi o zamanlarım. Benim elimde kalansa bal yerine geçen yalnızlıklarım, kendimle sohbet ederken tadını çıkardığım. Ve dibine kadar sessizliği duyabildiğim, simsiyah pencerelerinden beklenmeyecek berraklıkta gerçekleri görebildiğim odalarım. Hepsini inşa etmeme yarayandır karanlığım.

21 Mayıs 2013 Salı

Uyku



Dostlar da odalarına çekildiğine göre uyumam gerekirdi sanki. Uyku huzuru vaad ederdi, hayalet elleriyle çağırırdı beni. Bense hiç oralı olmazdım. Huzursuz bir melodiye kaptırıp zihnimi, ayık tutardım ruhumu ve bedenimi. Çünkü gecenin içinde keşfedeceklerim vardı. Herkes uyurken, onlar beni yoklardı. Rüyalarsa sadece kafamı bulandırdı ve bazen duvarlarımı yıktı. Göremediğimiz onca hayal kırıklığı ve yarattığımız enkazlar kokularını burnuma saldı. Benim için rahat nefes almak bir olaydı ve senin için hayat yalnızca akardı, rahattı. Kaybolduğun labirentte kurdun hayatını, kenara kısıldığında bağırmadın. Reddediyordum bense sesleri, yayınlanıp duran uyutmak için kalpleri ve beyinleri. Bunların kurbanı olmak bana göre değildi. Ama kurbanlar vardı ve tek özlemleri avlanılmaktı. Kurbandık bazen hepimiz ya neyse, istesek de istemesek de. Hala nefes alırken inanmak istedim bir şeyleri değiştirebileceğime.

3 Mayıs 2013 Cuma

Toprak



Güneşin beni mutlulukla doldurmasına alışkındım oysa ki. Perdeleri kapadığımda aradan sızan ışınlarına bile tahammül edemiyorum şimdi. Göğsüm ağırlaşıyor, kanadı yaralanmış uçamayan bir kuş oturmuş gibi kalbimin üzerine, atmıyor da sanki çırpınıyor. Yok yok ağlamıyorum, ama damlalar çenemden boynuma doğru süzülüyor. Kaleme bile gitmiyor ellerim, sadece duruyorum ve uzanıyorum. Toprakla bütünleştiğimi düşünüyorum sonra. Herhangi bir şey hissedemiyorum, sadece toprağı düşünüyorum. Aniden söndürmek istiyorum güneşi, yanan ateşi. Ve durdurmak istiyorum akan her şeyi. Akan suyu, akan kanı, akan zamanı... Elimden gelirmiş gibi. Sanki hiç gitmediğim bir yeri özlüyorum. Belki de yalnızca buradan uzakta olmak istiyorum.

29 Nisan 2013 Pazartesi

Göremeyen



Diktiği kılıfı giyiyordu her sabah yorulmadan, yastığa başını koyana kadardı süresi. O zaman gelirdi çıplak suretiyle yüzleşmenin tehlikesi. Kısa tutmak için uyuyakalırdı, gözlerini yumduğu gibi. Yine güzel bir gün geçirmiş olması yetmezdi. Kendinde gördüklerini ahenksiz renkleriyle, sildikçe çoğalan lekeleriyle sevebilmesi olası değildi. Baksa bile, kılıfından başka şeyi görmemeyi öğrenmişti. Belki de bu yüzden, ne kadar anlatırsan anlat sana da kördü gözleri. İstemediklerini görmemek, onu sadece bu uykuda ayık tutabilirdi. Ve bu uyku ölünce bitenlerdendi. Kılıfını kendi çizip diktiğinden, her ayrıntısını iyi bilirdi. Ya içinde gizledikleri? Dikkatli baktığında görünürdü izleri. Göremeyen yine yalnızca kendiydi. Hepsini görüp kabullenmek için cesur bir çocuk olmak gerekti. Çoğu, ne olduğunu değil ne olmak istediğini iyi bilirdi.

20 Nisan 2013 Cumartesi

Su



Derinliğini kestiremesemde suyun üzerinde uzanıyorum. Kafamda yine sevdiğim bir şarkı, son ses, bir şey hissedememekten korktuğumdan hep. Çünkü bazen öyle olur. Kalp uyuşur, akıl konuşur. Ve dinlemek istemediğin ne varsa, hepsini duyurur. Suyu berrak ve dingin diye seçerken, kafamı kıyıda bırakamayacağımı unuturum. Kaçmak da çözüm değil susmak da. Ya da görmezden gelmek, yok etmek değil aslında. Kandırmaya çalıştığın yine kendinsen, uzun sürer beyaz bayrağı çekmen. Teslim olduğun yalanları sevemezsin, üzerine giymeden.

18 Nisan 2013 Perşembe

Şimdi



O yollarda dolaşmış olman gerekiyordu, yeniden bulabilmek için manzaralı patikayı. Bulduğunda, dinlendiğin yer, çektiğin nefes, düşlediğin yüz aynı olmayacaktı. Sadece o tanıdık his vardı, kalbinin bir yerden ısırdığı. Heyecanlanmak için biraz geçti sanki, sevmek için çok erken olduğu gibi. Bir daha düşündüm de, aslında zaman anlamını yitireli mevsimler geçmişti, zamanı boşvermeli. Yarın zaten meçhul, dünse geçilmiş bir ders gibi, öğrenebildiğini öğretti ve bitti, kullanabildiğin kadar senindi. Ama "şimdi" öyle mi? Gözlerinin içine bakar her istediğini vermeye hazır gibi, becerebildiği kadar tabiki. Düne bakarken kaybolmak ya da yarını hayal ederken boğulmak, ona büyük bir ihanetti. Iskalarken şimdiyi, telaştı içimdeki. Bir şeyleri kaçırmamak için koşarken, kaçırırdık her şeyi.

11 Nisan 2013 Perşembe

Pencere



Herkes kendi penceresinden bakıyor dünyaya. Ama tek göz odalı bir ev miyiz ki tek penceremiz olsun. Oda oda açılmıyor muyuz içimize, yeter mi hepsine tek bir pencere? Kendini dinlerken bile bir tanesi yetmezken, oturmuş pervazın önünde gelip geçeni dinleyip, anlamaya çalışıyorsun. Ama anlayamıyorsun. Çünkü anlamak istemezse anlamaz insan. Ve inanmak istemezse her şey imkansız. Sınırları gözleri ya da kalbi çizer, sonra adım atmaya çalışsa da faydasız. Fark etmeden kanatları düşer, uçabilmek artık manasız. Tüm gökyüzü onunken bakmak için tek bir bulutu seçer. Ve inanır ki o hareket ettikçe bulut da onla gider.

13 Mart 2013 Çarşamba

Sonsuz



Dalgalar var. Ufak ufak, büyük değil öyle. Yıkacak gücü yok duvarları ya da aşındıracak kayaları. Birbirleriyle omuz omuza gibi daha çok. Bakınca aynı, değdikleri yerler farklı. Biz gibi aslında, kimisi kıyıya vurur, kimisi birbiriyle boğuşur. Sonsuzdur; gelen gidenin yerini doldurur. Amaçları ne bilmezler, anlam bulmaksa zaten en zordur. Ama deniz güzeldir. Bir arada olduklarında ancak isimleri denizdir. Ondandır belki denizden ayrı yaşamanın zorluğu. Toprak, deniz, biraz da yeşildir yaşatan ruhu.

4 Mart 2013 Pazartesi

Dans



Özlediğim yüz tüm ruhuyla karşımda. Gizlediklerinin bir tek benim farkında. Ben kalabalıkların arasından bakarken ona, melodiler dolduruyordu kulaklarımı. "Dans etmek ne güzel olurdu, şimdi" diyordum ama dans etmeyi bilmiyordum. Bedenim kaskatı bekliyordum. Ama ruh bedeni dinlemez, biliyordum. Çünkü ruhum sabit durmaz, ne katıdır ne akışkan, bir kabı doldurmaz. Özgürlüğü bedenle kısıtlanmış gibi dursa da, görünmez yollarından kaçar gider, dans eder, umursamaz. Beden, şeklini almış, kesin ve net, varlığı tartışılmaz. Bu yüzdendir kıskançlığı, ruhu çekemez, anlayamaz. Uçuşan, savrulan eteğini keser ki dans etse de durulsun, ya da der "dur, yoksa kaybolursun." Ama ruh kaybolmaya vurgun, evi yok ve aramaktan yorgun. Çare belki birlikte hareket etmeleri. Biri diğerine küsünce çünkü tek yapabildikleri düşmekti. Ruh dedi: "tanımsızlığım özgürlüğüm benim ama dinleyeceğim bazen seni". Beden dedi: " Bir balerin gibi parmak uçlarımı kanata kanata öğreneceğim dans etmeyi." O sırada melodiler kesildi, potansiyel kavalyem görevini tamamlayıp sahneden inmişti.

26 Şubat 2013 Salı

O'nun Hikayesi

Bir kadınla tanıştım bugün, cesaretiyle yeni bir dünya kurar. Kol kanat gerer, göğsünü siper eder. Bekler bekler, yüklendiklerini fırlatıp en sonunda gitmeyi seçer. Seçmeyi de bilmez ki aslında. İlk yaptığı seçim daha yeşermeden yok etmiş çünkü tüm tomurcuklarını. Gözlerinde açan çiçekler varmış halbuki. Seçim değil bir rüyaymış onun ki, uyanınca fark ettiği. Pencerelere koşmuş bir hışımla. Ama onun duvarlarının penceresi yokmuşki. Bakmış yine de aramış, görmüş çatlaklardan sızan ışıkları, içeri almış. Biriktirdiği aydınlıktan kendine bir kalkan yapıp, ruhunu tertemiz saklamış. Sevdiği onu işkencelerle yormuş.Darbeleri bedeni, duyduklarını kulakları yutmuş. Yuttuklarını sindiremeyen midesi, kustuklarını temizletmemiş ellerine. O da sarılmış kalbine, elleri boş kalmasın diye. Kalbiyse öyle büyük ki. O "çocuk bir anne"ydi, büyüyemedi. Bekledi sevdiği adam, bekledi. Tek istediği silinip gittiğini görmekti. Kadın vazgeçmedi. Aldı kabuğunu sırtına, yavrularını koynuna, bitti dedi. Son darbeyi o indirdi.

Published with Blogger-droid v2.0.10

22 Şubat 2013 Cuma

Yorgun



Yine nefes almak boğaz keser olduysa, yutkunmaya çalışırken akıtırsın gözyaşlarını. Gerçekten yorgunsan, nefes nefese koştuysan, durmak ister artık ayakların. Zorlama zihnini yüklensin diye bileklere. Zihin bedene hakim, ama bilirsin, bazen kendine yenik. Farkındayken bile kendi içinde yitik. Ayaklarından daha yorgun çünkü daha hızlıydı hep yetiştirmek için seni ama artık bitik. Dumanı tütmekte, yardım ister gibi ama silik silik. Gören yok ki uzanıp söndürsün, soğutup küle döndürsün. Zaten biz yardım için yolumuza çıkanları hep ittik.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Kalbi Kirli, Eli Kanlı

Her şeyi kalıplara sokarak kendini güvende hissediyordu. Namusu da etek boyunda ya da eteğin altında aramak zorundaydı. Öbür türlü, düşünmesi gerekecekti çünkü ama nasıl düşünsündü. Bilmişti hep bugüne kadar ya da öğretilmişti. Önüne kuralları sunmazsan ne yapacağını bilemeyecekti. İnanmak bence bu değildi. Buna olsa olsa korkmak denirdi. O emin olamadığından korkardı. Halbuki sığındığı da gözle görülüp elle tutulamazdı. Ama tüm kalbiyle bilirdi ki vardı. O da kızdı, astı, kesti, yaktı. Oysa inanmak kızdırmazdı, sevdirirdi. Kendini keşfetmeden kuralları giymeseydi bunu farkedebilirdi. Dünyasını susturmasaydı anlayabilirdi. Ya da açsaydı yüreğini belki de severdi. O tek bi kurşunla, bazen de oluk oluk kanla bitirmeyi seçti. Hepimiz için artık çok geçti.

Published with Blogger-droid v2.0.10

11 Şubat 2013 Pazartesi

Şövalye



Özlemek tuhaf. Yakıyor, kesiyor, acıtarak unutturuyor tum kızgınlıkları hatta kırgınlıkları. Eskilerden ama eskimeyen bir yüzü görmek isteği yaratıyor, bir ses olsun istiyorsun, ya da belki bir koku. Birlikte güldüğünüz şakalar artık komik gelmiyor, düşününce fark ediyorsun sesini bile unutmuşsun. Ama bir boşluk hissediyorsun. Elini uzatsan yok belki de hep sol yanında yatan, ya da çantanı hep sol kolunda taşırsın diye sağ yanında duran. Çok zor birinin sadece gözlerinden neler soylemek istedigini anlaman, ama bir kere anladıysan, unutman zor. Ve tüm inancınla onun için savaştıysan o sadece izlerken seni, hatırla savaşta seyirci olmaz, dost, düşman olur, yandaş, yoldaş olur ama seyirci olmaz. Senin gerceğin onun uzun metrajlı filmiyse eğer başrol oyuncusundan ne farkın var. Gözlerin açılınca bütün biriktirdiklerini omuzlarına yüklenir gidersin. Öyle ağrır ki sırtın, boynunda takat kalmaz, dönüp arkana bakmak istesen de kıpırdayamaz. Gitmek özgürleşmek demek, gitmek rahat. Eğer büyük bir savaştan çıktıysan gitmek daha kolay. Bu yorgunlukla atarsın kendini huzur bulduğun kuytulara. Karanlık seni sana yeniden öğretirken, sen asil şövalye ruhunla övündüğün günleri düşünüp sanal savaşının sanal kahramanlarına söver durursun. Savaş anlamsız, asıl anlam sızı, gerçek o, hissetiğin o, kaçış hep ondan, huzur yok. Bunu sonunda sana da öğrettiler çocuk. Çocuk kalamasın o yanın diye ama vazgeçme. Balonlar hala rengarenk ve gökkuşağı bir ışık oyunu olsa da hala gerçek. Hayal kurmak hala serbest. Ve sen hala çimlere yatıp bulutlara resim çizdirirsin. Unutma hayallerinin peşinden gitmek senin tek niyetin.

4 Şubat 2013 Pazartesi

Kendime Not


Sormayı bırakırsın, cevaplardan korkmaya başladıkça. Korkma. Çünkü aradığın cevaplar yok aslında, sadece sordukların önemli. Soruların bir yere sürüklüyor seni. Zaman geçerken oltana takılmış olanlar, ayağına dolananlar, beline sarılanlar, omuzundan tutanlar sorgulatıyor bir şeyleri. Bu lüzumsuz yakınlığın yarattığı daralmışlık "kaçma" hissi getirmeden önce sorularla dolduruyor zihnini. Ve doygunluğa ulaştığında sadece kaçmak istiyorsun. Kaçma. Bekle, daha çok düşün. Önce her yer kararacak ama zifiri karanlıkta en soluk ışık sızıntıları bile alacak gözlerini, büyütecek gözbebeklerini. Daha çok göreceksin, göremediklerini de hissetmeyi öğreneceksin. Karanlık korkutucu değil bu yüzden, güzel hatta, beslenmeyi bilirsen. Her şeyi ayrıntılarıyla görebilmeni sağladığını sandığın aydınlık belki de bunun kadar gerçek değil. Kör eden aydınlık aslında, karanlık değil.

3 Şubat 2013 Pazar

Rüya


Değiştim ben de evet, ne bukalemun gibi korumak icin kendimi ortamdan, ne de tırtıl gibi zamanı gelince doğamdan. Benim ki de yaşamsaldı ama nefes alabilmek için acıdan. Ve yeni serüvende küçük prensle dans ederken sökülüyordu acılar ilmek ilmek vücuttan. Dans değil panzehirdi, eritti içimdeki pası kiri. Dengeyi bulmak için, önce kaybetmek gerekti. Dengemi kaybettiren adam ayni zamanda iyi gelebilir miydi? Gelirdi. O da yorgundu besbelli. Terk edip kafeslerimizi uçardık balkonundan, kanatlarımız birbirine dokunmadan. Alevdi belki bizi bir arada tutan kümelerimizin kesişiminden doğan. "Görmezden gelen" onun göbek adıydı, benimki ise "karanlıkta parıldayan". Yine kesiştiğimiz bir geceydi, kırılgan sesim bozdu tüm sihri. "Duygularını sunacaktın bir gün küçük kız, belliydi" dedi. Artık herkes kendi evrenine dönmeliydi.

Ritim


Kalbimin atışı gırtlağıma yakın, sıcak kan akışı. Nefesim hızlı, gözlerim buna zıt, dalgın ama anlamlı. Keskin soğuk odamda, bense kor, tek sıcak şey orada. Bu hissettiğim ne? Aşk demeye dilim varmıyor, hem "aşk ne?" diyorum artık kendime. Sıkışıp kaldığım yerdeyim yine, içimde. Bütün sesler susmuş, bir tek o konuşuyor, hep benimle ama yabancı her seferinde. Şarabı dökerken kadehe, izliyorum her damlayı. Damarlarımdaki kan coşuyor  görmüşçesine dert ortağını. "Coşsun bırak" diyorum kendime, yudumlarken. O yarı yolda kalamaz, dizginlenir ama durdurulamaz. Isınırken ben iyice, gözlerim buğulanıyor. Dünyaya kapılarını teker teker  kapıyor vücudum, içine dönüyor, uykuya geçiyor. Artık duyabildiğim tek ses kalbimin atışı...

Beton


Düşüyorum hızla. Tüm hızıma rağmen bitmiyor süzülmem havada. Halbuki hissetmek istiyorum toprağı, betonu neyse altımdaki onu. Önce belki sırtım değer, çıtırdayan kemikler, acı. Hepsine hazırım yeterki bitsin bu neydim ne oldum savaşı. Acı içinde dinlenirim, acı içinde düşmektense bu yeğlediğim. Belki de başım değer hemen ardından hızla. Düşünceler durur bir kaç saniye de olsa. Yorgun bedenim istese de kıpırdayamaz belki, belki yeniden olurum eskisi gibi. Kalkıp yürürüm yaralı bereli, süzülmekten sıkılmış ruhum belli.

Batan Geminin Malları


Kapamış beynini düşünmez, yalnızca duyar. Bir kulağından girip diğerinden çıkar. Gözleri iyi algılar, elleri iyi iş yapar. Hissetmek deyince sadece "ten"i arzular. Bilmez, rotasız bir gemideyiz, sonumuz belirsiz. Kaptan görünmez ama buzdağı belirdi şüphesiz. Aranıyor batacağından habersiz. Doysaydı bedeni sıra ruhuna gelirdi belki, işimiz ne ki, onu bekleriz!
Boyamadan maskesini çıkmaz, çıkarıp da aynaya zaten hiç bakmaz. Tanımadan kendini, başkalarına köle olmayı seçti. Denerdi belki bilseydi bir daha gelemeyeceğini. Zaten çarptık sarsıntı var ama donmuş ruhunun umrunda değil soğuk sular. Bağırmak isterim karşısına geçip de "batan geminin malları bunlar."

2 Şubat 2013 Cumartesi

Serin


Ölüm karanlık çukur, tanımsız boşluk, soğuk. Ağız ağızayız her nefes alıp verişte. Yolun sonu belliyken, bu çırpınışlarımız niye? Kaybolmak niye korkulu rüya, keşfetmek varken yeni yerleri? Kaybolmadan keşfedemezdin ki. Dokun yolundaki çalıya, dikene, çiçeğe, çimene. Aşıla sevgini yoldaki ağaçlara, büyüyüp serinletsinler gölgeleriyle.

Eşlik


Ezmek kalbi ne mümkün. Avuçlarının arasında yanarken, güç sende zannedersin. Unutup sihrini, kavuşturup ellerini beklersin, çıkacak olan pestilini. Yanar ellerin ateşiyle o kalbin. Onun gücüdür sevgisi, inancı ve isteği. Bilemedin, ezemedin ve ben dedim. Şimdi git ve sen de düş, öl, yeniden diril, büyü. Ve silin kendi listenin ilk sırasından, kendini unutmadan. Anla biriz hepimiz ve hisset aslında ölümlerimize eşlik etmekteyiz.