27 Ocak 2014 Pazartesi

Yaşa (Sözde Manifesto)

Etiketler önemli burada. Hediye paketlerini açtıktan sonra heyecanlanan gözler tuhaf geliyor bana, açmadan önce heyecanlanmalı halbuki. Bir isim, tanım, yafta daha rahat bakmamı mı sağlayacak insanoğluna? Derdi ne ya da burada yaşayanların, zaman ölümü ayaklarımıza kadar getirirken? Bugün ya da yarın, zaman yakın. Zamanın eli olmak istemek neden? -ki hepimiz aynı ırmağın içinde, tek denize sürüklenirken. Utanmadan bekliyoruz bir de, birileri gelip dünyayı değiştirecek diye. Ve hala görünmez sınırların içinde, engel olmuşuz bir topraktan ötekine geçişe. Kimi kime yasaklıyoruz? Kurallarla donattığımız dünyanın, kurallarla örülmüş hırkalarıyız, birbirimize giydirilen. Ne istenildiğini anlayıp uymaya çalışırken, ne istediğimizi unutuyoruz. Kaybolduğumuz düzeni sorgularken bile kaybolmaktan korkuyoruz. Halbuki bir kaybın kaybı ne kadar büyük olabilir? Toprağa yatıp gökyüzünü kokla, dalgaları dinle, gözyaşlarını bırak boynuna değsin. O zaman anlayacaksın yarın öleceğini, o zaman anlamsızlaşacak rengin, dilin, ırkın, dinin, şeklin, cismin... Yaşa, hep birlikte, beraber çok yaşa. Yalnız da kalıp yaşa ama yaşa. Çarkın dişlisi, feleğin çemberi, trenin vagonu olma, yaşa. Bırak atsın kalbin bin kere kırsalar da. Bırak gelsin kara bulutlar semalarına, ağlasınlar. Her şey gibi bitecek gözyaşları da. Ve sen koşarak güneşe, yeniden sevineceksin, hatta belki bulutları bile özleyeceksin. Yaşa, özle, sevin... İçinde sürüklendiğin hayata biraz daha yaşam kat, gerçekten tüm hücrelerinle ölüme inat. Don kişot gibi duracağız ölüme karşı, öyle emin. Ve ancak öyle durduğumuzda gerçekten yaşayacağız. Yel değirmenleri ne kadar zarar verebilir sana? Korkma, yaşa. Çünkü yarın öleceksin, öleceğiz. Herkes aynı başlıyor ve bitiyor. Neye inanırsan inan, hangi dilde anlatırsan anlat ve hangi kara parçasına tıktılarsa seni soyut sınırlarla, hangisinde yaşıyorsan, emin olduğun tek gerçek belki, başlangıç ve bitiş.

Sev şimdi, yaşa işte, derdin ne!

Katil

Bir damlayı yanağında eritip buharlaştırdı yine hayat. Hatırlattı gidişi, her zaman hatırlatır; nefes almanın anlamsızlığı tasmayı takar boynuna, koşturur. İronik değil mi, daha hızlı nefes alırsın. Bir duvara çarpar hayat, her gün milyonlarcamızın alnını yarar. Bir kurşun girer kalbe, orda atar. Kan yavaşlar, kan durur, kalp küskün sessiz. İçinde yaşattıkları dışarıdan bakar soğuk bedene, onlar da biraz küskün. Ne için yere düştü, ne için savaştı ruh ve ne buldu sonunda dünya, toprağına karışacak yeni bir bedenden başka? Toprak bu, aç kendinden var olmuş olana ve doymuyor insanlar birbirini toprak altına sokmaya.

25 Ocak 2014 Cumartesi

Gel

Birer kolumuzla oluşturduğumuz gökyüzü, tepemizdekinden derin olacaksa
Gel.
Aydınlıkta da karanlıkta da öyle sonsuz kalacaksa
Gel.
Bir boşluk varmış uzayımda,
Gölgesi sen, sana ait, olduğun gibi
Gel.

14 Ocak 2014 Salı

Çarpışma

Sanki bir tren yaklaşıyor çarpacak ve ölüm gibi, yanında aslında bir başlangıç getirecek. Ve sanki her şey değişecek, hayatın boyunca korktuğun ölüm cenneti vaad edecek ve sen onunla ne yapacağını bilemeyeceksin. Korkunç güzel bir şey yani. Rayların üzerinde beklerken yaklaşan o tren gibi. Çarpıntı gürültülü, ağrılı... Sonrası merak uyandırıcı, yeni bir dünya, ama tek farkla; burada bulutlar sen, yağmurlar ben, denizler sen, kumsallar ben, toprağın altı senle dolu, üstü çayır çimen; ben. Nehirlerin hızlanan suları ben, çarptıkça yüzüne yavaş diyen taşlar sen. Rüzgar ben, savrulup şarkı söyleyen yapraklar sen. Ağlar örülüyor etrafına, hapseder gibi değil de, büyüler gibi. Gözlerimi sımsıkı kapatınca bile görmeden duramadığım mavi bir peri, senin karın boşluğunda kanat çırpıyor gibi. "Gel" diyor sanki kanat sesleri, "Gel, bu dünyada kaybolmaya değer."

Published with Blogger-droid v2.0.10