29 Mayıs 2013 Çarşamba

Etiket



Bize dayatılanlar etiketlerden, isimlerden, çerçevelerden ibaret. İçlerinden su gibi akıp, verimli topraklarını sürükleyemiyoruz vadilerimize. Yalnızca sabun gibi kalıp kalıp şekillerden oluşuyoruz, gitgide birbirimize benziyoruz ve değişmek için ya eriyor ya köpürüyoruz.

Değişmeyi bu sanınca onu da yasaklıyoruz kendimize. Çünkü diyoruz; "bir kareysen karesindir ve bir üçgensen üçgen ve bir daireysen keskin çizgilerin olamaz."


Ama unutuyoruz etiketlerin esiri olmak zorunda değil ruh, herhangi bir şekil değil ve özgür bu yüzden. Yeni tatlara, kokulara aç. Ne olamayacağını duymaya ihtiyacı yok, ne olduğunu tanımlamaya ihtiyacı olmadığı gibi. İstediğini seçer ve istemediğinden vazgeçer. Ama insan yalnızca bir yön seçer ve  "zafere giden her yol mübahtır" der.


Bunu biliyoruz, birbirimizi düşürmeyi hatta ezmeyi umursamadan hedefe kitlenip koşuyoruz. Sonra da "hayat bir maraton" diye hayıflanıyoruz. At gözlüklerimiz yüzünden önümüze çıkanlardan başka bir şey görmüyoruz. Ve yalnızlaşıyoruz, giderek daha da yalnızlaşıyoruz. Sonra bunu elbirliğiyle yaptığımızı fark etmeden korkmaya başlıyoruz. Hissetmekten korkuyoruz. Belki de artık yalnızca film izlerken ağlayabiliyoruz ve belki onu bile yapamıyoruz.


Aşk deyince kaçıyoruz, kalbimizi kapayıp bedenimizi açıyoruz. Bu kadar kalın örülmüş duvarlar arasından birbirimize ulaşamıyoruz. Ve yoruluyoruz, gün geçtikçe yoruluyoruz. Birbirimize sunacak bahçelerimiz yok artık ruhlarımızı dinlendirmek için. Her yer betonarme, bir de çarpık kentleşme. Ormanlarımız kalmamış nefes alabildiğimiz ya da okyanuslar berrak sularında serinlediğimiz. Ve dolunay yok yakamozları denizlerimize vursun diye günlerce beklediğimiz.


Sokak lambaları var ya da gökdelenlerdeki ışıltılar. Gözlerimizi kamaştıranlar değil artık yıldızlar. Bunlar yerine boncuklar, pırlantalar, komşununkinden daha büyük arabalar, daha akıllı telefonlar. Oysa gördüklerimizin ardında göremediğimiz kim bilir daha neler var. Gerçekten hiç mi merak etmez insanlar? Sorular sorulmaz mı bilinmese de doğrular? Bu zamanda ruhlar göremeseler de birbirlerini, hala bakmaya çalışıyorlar gibi. Çok geç kalınmadığını söylemek istiyorlar sanki.


Konuşan bir tilkinin, saygıdeğer bir "Küçük" e dediği gibi: "En iyi yüreği ile görebilir insan. Gözler göremez asıl görülmesi gerekeni."

24 Mayıs 2013 Cuma

Karanlık



Yadsıyamadığım bir karanlık var ait olduğum. Gözlerimin ışığı araması hep ondandır. Bedene atılmış kesikler gibi, sıyrık sıyrık etten duvarlarım. Gözlerimi sıyrıklarına yaslar etrafa bakarım. Sonra görmediğim yer kalmasın diye ruhumu salarım. Renkli - renksiz dünyalar çeşit çeşit, hemen ayak ucumda, hatta yanıbaşımda. İçlerindeki enerji kaynağını bulmak için dalarım. Bilinmez onları parlatmak için midir yoksa karanlığımdan kurtulmak için midir bu arayışım. Her halukarda niyetimde var gibi esaretten kaçışım. Çünkü bedenler diyarında hapsolmuşluk hissi gözlerimin ardında duyumsadığım ve ışığı gördüğümde şıngırtıları duyulur sanki cıkış kapısını açan anahtarların. Arıların çiçekten çiçeğe uçarak beslenmesi gibi o zamanlarım. Benim elimde kalansa bal yerine geçen yalnızlıklarım, kendimle sohbet ederken tadını çıkardığım. Ve dibine kadar sessizliği duyabildiğim, simsiyah pencerelerinden beklenmeyecek berraklıkta gerçekleri görebildiğim odalarım. Hepsini inşa etmeme yarayandır karanlığım.

21 Mayıs 2013 Salı

Uyku



Dostlar da odalarına çekildiğine göre uyumam gerekirdi sanki. Uyku huzuru vaad ederdi, hayalet elleriyle çağırırdı beni. Bense hiç oralı olmazdım. Huzursuz bir melodiye kaptırıp zihnimi, ayık tutardım ruhumu ve bedenimi. Çünkü gecenin içinde keşfedeceklerim vardı. Herkes uyurken, onlar beni yoklardı. Rüyalarsa sadece kafamı bulandırdı ve bazen duvarlarımı yıktı. Göremediğimiz onca hayal kırıklığı ve yarattığımız enkazlar kokularını burnuma saldı. Benim için rahat nefes almak bir olaydı ve senin için hayat yalnızca akardı, rahattı. Kaybolduğun labirentte kurdun hayatını, kenara kısıldığında bağırmadın. Reddediyordum bense sesleri, yayınlanıp duran uyutmak için kalpleri ve beyinleri. Bunların kurbanı olmak bana göre değildi. Ama kurbanlar vardı ve tek özlemleri avlanılmaktı. Kurbandık bazen hepimiz ya neyse, istesek de istemesek de. Hala nefes alırken inanmak istedim bir şeyleri değiştirebileceğime.

3 Mayıs 2013 Cuma

Toprak



Güneşin beni mutlulukla doldurmasına alışkındım oysa ki. Perdeleri kapadığımda aradan sızan ışınlarına bile tahammül edemiyorum şimdi. Göğsüm ağırlaşıyor, kanadı yaralanmış uçamayan bir kuş oturmuş gibi kalbimin üzerine, atmıyor da sanki çırpınıyor. Yok yok ağlamıyorum, ama damlalar çenemden boynuma doğru süzülüyor. Kaleme bile gitmiyor ellerim, sadece duruyorum ve uzanıyorum. Toprakla bütünleştiğimi düşünüyorum sonra. Herhangi bir şey hissedemiyorum, sadece toprağı düşünüyorum. Aniden söndürmek istiyorum güneşi, yanan ateşi. Ve durdurmak istiyorum akan her şeyi. Akan suyu, akan kanı, akan zamanı... Elimden gelirmiş gibi. Sanki hiç gitmediğim bir yeri özlüyorum. Belki de yalnızca buradan uzakta olmak istiyorum.